Sağlık Konuları

Kemoterapi

Kemoterapi hakkında bilinmesi gerekenler

Kemoterapi, yan etkilerinden dolayı birçok kişi tarafından negatif şekilde algılanıyor. Bu yanlış algılamadaki en önemli etkilerin başında da daha önce kemoterapi almış hasta ya da hasta yakınlarının anlattıkları geliyor.

Kanserin her geçen gün artan bir sorun olması, ona bağlı terimlerin de daha sık konuşulmasına neden oluyor. Vücuttaki istenmeyen hücrelerin ortadan kaldırılması ya da kontrol altına alınması olarak tanımlanan “kemoterapi” yani ilaçla tedavi de bunlardan biri. Ancak önemli olan nokta artık hastalık kavramının yerini “hasta”nın alması. Yani her hastalık her kişide farklı yaşanıyor.

Kemoterapi, kimyasal ya da biyolojik maddeleri vücuda vererek yapılan bir tedavi. Burada amaç kanser hücrelerinin çoğalmasını engellemek. Kemoterapide her hastanın göstereceği tepkiler ve yaşayacakları değişiyor. Bu nedenle hastanın önyargılardan uzak, hekimlerin bilgilendirmelerine açık olmaları tedavinin de başarıya ulaşmasında etkili oluyor. Multi-disipliner bir yaklaşım gerektiren kanser tedavisi birçok branşı birden ilgilendiriyor. İlaçla tedavi ise tıbbi onkologlar tarafından yapılıyor.

KEMOTERAPİ HASTAYA ÖZEL PLANLANIYOR
Kanser hücresinin DNA sentezi yapmasını ve mitoz bölünmesini durdurmak için kemoterapide bazı ajanlar kullanıldığını söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi’nden Onkoloji Uzmanı Prof.Dr. Necdet Üskent, “Bunlar hem ağız yoluyla hem de damar yoluyla verilebiliyor. Direkt tümöre uygulandığı gibi atardamardan, toplardamardan da verilebiliyor veya doğrudan doğruya beyne direkt gitsin diye omurilik içindeki sıvıya da uygulanabiliyor. Kemoterapi basit bir şey değil. Kişinin yaşı, diyabet, tansiyon gibi kansere eşlik eden diğer hastalıkları, verdiğimiz ilacın hastanın kullandığı diğer ilaçlarla etkileşime girip girmediği gibi konuların çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Yani tümörün bulunduğu yer ve hastanın özelliklerine göre, kemoterapi uygulamasının nasıl olacağı şekilleniyor.” dedi.

YAN ETKİLERİ
Kemoterapi sırasında kemik iliğinin baskılanması ile kemik iliğinde üretilen akyuvarların (lökositlerin), alyuvarların (eritrositlerin), trombositlerin sayısı düşüyor. Bu da kişinin kendini çok daha yorgun hissetmesine neden oluyor. Lökositlerin belirli bir düzeyin altına inmesi de enfeksiyonlara karşı yatkınlığın oluşmasına neden oluyor. Bulantı, kusma, ağız içi yaraları, saç, kaş ve kirpiklerin dökülmesi adet düzensizlikleri kemoterapide görülebilecek yan etkiler arasında bulunuyor. Bu nedenle hasta takip edilirken tüm bu olasılıklar da değerlendiriliyor.

kemoterapi

HASTALIĞIN DEĞİL, HASTANIN TEDAVİSİ
Hastalığın vücudun neresine ve ne kadar yayıldığı tedavinin başarı oranını etkileyen unsurların başında geliyor. Az oranda metastaz yapmış bir kanserle çok yapmış bir kanserde elde edilen başarı oranları değişiyor. Bunun yanında hangi organa metastaz yaptığı da önem kazanıyor. Hastanın yaşı ise kemoterapiyi tolere etme gücünü etkiliyor.

Prof. Dr. Haluk Onat, kemoterapinin her yaşta yapılabilmesine karşın çok yaşlı kişilerin kırılgan yapılarından dolayı daha fazla etkilendiklerini belirtiyor. Ancak yaşlı hastalarda da kemoterapi yapmak mümkündür, önemli olan yaşlı hastanın performansıdır. Bunun yanı sıra hastanın kansere eşlik eden farklı hastalıklarının bulunması da ilaç uygulamasını kısıtlayıp sonucu etkileyebiliyor.

HEDEFLER HASTAYA GÖRE DEĞİŞİYOR
Kemoterapinin hastanın hayatına mutlaka katkısı olduğunun unutulmaması gerektiğini belirten Prof. Dr. Onat, hastaların bu konudaki önyargılarından uzaklaşması gerektiğini söylüyor: “Kemoterapiyi her hastaya hastalıktan kurtarmak amacıyla yapmıyoruz. Hayatını uzatmak ya da hayatını daha kaliteli geçirmek için yapıyoruz ama sonradan hastalığın geri gelip hastayı kaybedebilme ihtimalimiz yüksek. Bu tip hastalarda genellikte, “hasta kemoterapiyi aldı ama kaybettik” yorumunu yapıyorlar, ama bu doğru bir yorum değildir. Çünkü bu durum hastanın yarar görmediği anlamına gelmiyor. Kemoterapi sayesinde hastanın hayatının uzamış olma ihtimali yüksektir, bir süre hastalığın yapabileceği kötü etkilerden korunmuş olabilir ama hasta bir süre sonra kaybedilebilir. Yani hiç yapılmasaydı hastanın ömrü biraz daha kısalacaktı. Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta, hastanın kemoterapiden dolayı kaybedilmemesidir. Bunu önlemek için kemoterapi mutlaka tıbbi onkoloji uzmanı tarafından yapılmalı.”

ÇEVREDEN GELEN DUYUMLARA KAPALI OLUN
Prof. Dr. Haluk Onat, “Kemoterapi ünitesine giden hastamızı uzman hemşirelerimiz karşılıyor. Uygulama da uzman hemşirelerimiz tarafından gerçekleştiriliyor. Öncelikle hastalarımızı yaşayabilecekleri yan etkiler konusunda bilgilendiriyoruz. Bu aynı zamanda hastalarla olan iletişimin de başlangıcı oluyor. Kemoterapi uygulanan ünitede hastalar devamlı bir doktorun gözetiminde bulunuyorlar ve her türlü sorunları bu doktor tarafından en kısa zamanda çözülmeye çalışılıyor, gerekirse bizlerle iletişim sağlanıyor. Hemşirelerimiz sorunları olsa da olmasa da o hastaları telefonla arayarak durumlarını öğreniyor, sorularını yanıtlıyor. Ayrıca diyetisyen ve psikoloğumuz bu hastaları en başından itibaren düzenli olarak görüyorlar ve gerekli desteği sağlıyorlar. Hastalar bu eğitimler sayesinde oluşabilecek yan etkiler konusunda bilinçlendirildikleri için bu durumla karşılaştıklarında baş etmeleri daha kolaylaşıyor. Bu da tedaviyi uyumu ve dolayısıyla başarıyı artırıyor” diyor.

KEMOTERAPİ İLE İLGİLİ ÖNYARGILAR
Kemoterapi alması gereken hastalarda en fazla karşılaştıkları sorunlardan birinin de yaşadıkları önyargılar olduğunu belirten Prof. Dr. Onat, ancak her hastanın hastalığının farklı olduğunun unutulmaması gerektiğini söylüyor. Her hastaya kullanılan ilaçların ve bunların yan etkilerinin de farklı olduğunu anlatan Prof. Onat, “Hastaları en fazla etkileyen çevreden duydukları kanser ilaçlarının saç döktüğüne dair söylemler oluyor. Evet, kanser ilaçlarının büyük bir kısmı saç döker ama bu saç da sonradan çıkar. Yine bir başka önyargı bulantı ve kusmada oluyor. Halbuki bu da yanlış bir yaklaşım ve bunu yenmek gerekiyor. İşte bizim multi-disipliner yaklaşımımızın en önemli özelliklerinden biri de bu” diye konuşuyor.

Önyargı ile gelen hastalarda en az bulantı ve kusmanın olabileceği durumda dahi fazla reaksiyon gözlemlediklerini ve kemoterapiye bağlı bulantı ve kusmanın önemli bir kısmının psikolojik olduğunu söyleyen Prof. Onat, hastalara çevreden gelen duyumlara kapalı olmalarını öneriyor.

İLK ŞOK TANI AŞAMASINDA GELİYOR
Hastalar kemoterapiye başladıklarında ne yaşayacaklarını bilmedikleri için büyük bir belirsizlik içinde oluyor. Çünkü hastalara ne kadar bilgi verilse, yan etkilerin neler olacağı konusunda fikirleri olsa da yaşamadan görme imkanları yok. Hastalarda bu nedenle çok büyük bir kaygı oluyor. İlk şok ise tanı aşamasında geliyor. Anadolu Sağlık Merkezi’nden Uzman Psikolog Aslıhan Kurt, yaşanan bu şoku şöyle anlatıyor; “Hasta önce inanamıyor ve yaşadığı kaygıyı anlamlandırmaya çalışıyor. Kişi tanıyı duyduğu zaman kendisine, ‘niye ben’, ‘ben şimdi ne yapacağım, ölecek miyim’ gibi sorular soruyor. Hasta, ölüme verdiği tepkilerin benzerlerini veriyor. İlk tanıyı aldığında sanki kendi yasını tutuyor. Ve kendi ölümüyle yüzleşmiş gibi tepkiler veriyor. Uyuyamıyor, iştahı kesiliyor, içine kapanıyor ve sürekli yalnız kalmak istiyor. Kontrol duygusunu yitiriyor.

Tedavi süreci başlayana kadar, yani ilk kriz şoku atlatılıp, tedavi planı çıkana kadar hasta bu tip tepkiler vermeye devam ediyor. Tedavilerin bir takım yan etkileri oluyor. Bu yan etkiler saç dökülmesi gibi hastanın beden imajını ve kendilik algısını bozacak tipte olduğu için hasta bir yandan bu kabullenme sürecini yaşarken, bir yandan da bu yan etkilere bağlı değişikliklere karşı baş etmeye çalışıyor.

SEVGİ VE ANLAYIŞLA YAKLAŞIM
Hastaların bir savaşçı gibi varlığını sürdürmeye çalıştığını belirten Kurt, hastalara tedavilerinin her aşamasında, duygularını ifade etmeleri konusunda cesaret verilmesi gerektiğini vurguluyor:”Çevresinden alacağı destek de önemli olduğundan, hastaya bu tip kaygılarını yakınları ile paylaşması gerektiği anlatılmalı. Kişi çevresiyle bunu ne kadar paylaşırsa, hem gerçekliği kabul etmesi hem de onlardan alacağı destekle hastalıkla baş etmesi kolaylaşır. Hastanın, tedavi sürecini nasıl geçirdiği, hastalığın ne olduğu, hangi aşamada olduğu, hastanın yaşı, cinsiyeti, sosyal desteğinin yeterli olup olmaması, geçmişteki baş etme becerileri, psikiyatrik bir özgeçmişinin varlığı ve ağrısının kontrolü ile yakından ilişkilidir. Hastanın geçmişte yaşamış olduğu diğer stresli olaylar mesela, kayıplar veya ailede kanser öyküsü önemlidir. Hasta bu süreçte yaşadığı birçok şeyin hesaplaşmasını yapar. Ve tüm bu yaşananlar tedavi sürecini etkiler.”

PROFESYONEL YARDIMA İHTİYAÇ DUYULUYOR
Hastaların verdikleri tepkiler, tanı, tedavi, nüks ve terminal dönemde farklılıklar gösteriyor. Yani bunu bir süreç olarak görmek gerek. Basamak basamak çıkılan bir merdiven gibi. Tanı aşamasında şok olan kişi, belli dönemlerde sağlıklı insanlara karşı öfkelenebilir, tedavi süreci başladığında iyileşme yolunda bir pazarlık içine girip, kendini ve çevresindekileri sorgulayabilir, nüks durumlarında; yoğun bir tedavi sürecinden çıktığı için kendini yılgın, her şeye yeniden başlıyormuş gibi hissedip “Bu benim bedenim artık tedavi istemiyorum” gibi tepkilerde bulunabilir. Bu uzun ve zahmetli sürecin sonunda nüks haberi, kişide ikinci bir şok yaratır ki, çoğu hasta bu noktada daha ağır tepkiler vererek, depresyona girebilir. Bu süreçte hastalara ihtiyaçları olan psikolojik destek sağlandığında tedaviye uyumları artmaktadır.

Kurt, hastalarına yalnız olmadıklarını ve bu süreci ailesiyle birlikte yaşayacaklarını ve baş etmeye çalışacaklarını anlattığını söylüyor. “Biz bu nedenle ilk görüşmelerde aileyle de ayrı olarak bir görüşme yapıyoruz. Aileye bu sürecin nasıl geçeceğini söyleyip, hastanın verdiği tepkilerin normal olduğunu anlatıyoruz. Hastalıkla ilgili bilinmesi gereken her şeyi, neler yaşayabileceklerine dair tüm olasılıkları aile bilmek istiyor.”

NEYİN SÖYLENDİĞİ DEĞİL NASIL SÖYLENDİĞİ ÖNEMLİ
Önemli bir başka noktanın da hastaya tanının söylenip söylenmemesi olduğunu belirten Kurt, tartışma yaratan bu konuda “Önemli olan neyin söylendiği değil, nasıl söylendiğidir Türkiye’de de hekimlerimiz artık bu konuda çok daha hassas olmaya özen gösteriyor. Amerika’daki doktorların yüzde 98’i direkt hastanın kendisine durumu söyler. Çünkü bir hastanın kendisi ile ilgili gerçekleri bilmeye hakkı vardır. Doğu’ya gidildikçe hala sessiz tutum devam eder. Bana göre de hekim tetkiklerinden itibaren hastaya elde edilen sonuçlar anlatılmalı, sorunun boyutunun ne olduğu ve ne kadar kötü olursa olsun yapılacak bazı şeylerin mutlaka bulunduğunu alternatifler sunarak gösterilmeli” şeklinde görüş belirtiyor.

KANSER VE BESLENME
Kanser vakalarında yeterli ve dengeli beslenmek, hastanın kendini daha güçlü ve iyi hissetmesi açısından önemli bir noktayı oluşturuyor. Kişi hastalıkla savaşırken, vücudun yenilenmesi ve çalışması için gerekli olan enerji ve besin öğelerinin her birinin yeterli miktarlarda alınması oldukça önem taşıyor. Özellikle bu tür hastalıklarda yeterli ve dengeli beslenmenin çok önemli olduğuna işaret eden Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir, “Çünkü gerek hastalık gerekse hastalığa yönelik uygulanan tedavi programları iştahınızı etkileyebilmekte. Tedaviler vücudun bazı besin öğelerine olan gereksinimini, toleransını ve kullanımını değiştirebilmekte” diye konuşuyor.

YETERLİ VE DENGELİ BESLENME
Ameliyatlar, kemoterapi ve radyoterapi gibi işlemler nedeniyle zarar gören hücreleri iyileştirmek ve enfeksiyondan korunmak için protein gereksinimi artar, bu nedenle hastalara iyi kalite protein kaynakları tavsiye ediliyor.
Hastaların besin öğesi gereksinimleri kişiden kişiye değişiklik gösteriyor. Ancak genel olarak 4 besin grubundan (süt, meyve sebze, tahıl ve et grubu) yeterli ve dengeli beslenmek hedefleniyor.

ŞEKERLİ VE YAĞLI YİYECEKLER TAVSİYE EDİLMİYOR
Kanser tedavisi sırasında yeterli ve dengeli beslenmenin hastanın iyi hissetmesine, güçlü ve enerjik olmasına ve kilo kontrolüne yardımcı olduğunu söyleyen Demir, dengeli beslenmenin tedaviye bağlı oluşan yan etkilerin tolere edilebilmesinde, enfeksiyon riskinin düşmesinde ve hızlı bir iyileşme sağlamasında da etken. “Kusma problemi yaşayan bireylere verilen beslenme programıyla başka bir yan etki yaşayan bireye verilen beslenme programı farklı oluyor. Kanserli hastalara çok şekerli ve yağlı yiyecek ve içecekler tavsiye edilmiyor. Bunun nedeni bu tipteki besinlerin besleyici değerinin olmamasından kaynaklanıyor. Hastalar bu tip besinler tüketerek doyum sağlıyorlar ve asıl besleyici değeri yüksek olan gıdaları tüketemeyerek yetersiz ve dengesiz beslenmiş oluyorlar.”

GÜNDE 5 PORSİYON SEBZE VE MEYVE
Kanser hastalarında değişik besinlerle şifa arama geleneği oldukça yaygın görülüyor. Genellikle bitkisel karışımlar, çeşitli antioksidan vitamin mineral preperatları oldukça sık kullanılıyor. Ancak Amerika Kanser Topluluğunun verilerine dayanarak, yüksek miktarda antioksidan alımının henüz olumlu etkisi kanıtlanmadığını belirten uzmanlar, vücudun gereksinim duyduğu antioksidanları karşılamak için, günde en az 5 porsiyon çeşitli renklerde taze meyve ve sebze tüketilmesi en sağlıklı, kolay ve ucuz yöntem olduğunu söylüyor ve bazı bitkisel karışımların kemoterapi esnasında karaciğerde toksik etki yapabildiği için önermiyor.

KİLO KONTROLÜ
Demir’in verdiği bilgiye göre bazı hastalar tedavi sırasında kilo alabiliyor. Bu durum özellikle göğüs, prostat ve yumurtalık kanserlerine yönelik uygulanan ilaçlar, hormon terapisi veya kemoterapiye bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bazı hastalar ise hastalıkları nedeniyle aşırı kilo kaybedeceklerini düşünerek, kilo vermemek için yüksek oranda besin tükettiğini ve tedavi boyunca oldukça fazla kilo aldıklarını belirten Çağatay Demir, hastaların kilo aldıklarını hissettiklerinde kendi kendilerine diyet yapmaları yerine, bunun nedenini doktorlarına sormaları gerektiğini vurguluyor.

KİLO ARTIŞI TEDAVİYİ OLUMSUZ ETKİLER
Demir, “Eğer kilo almanızın nedeni fazla kalori alımına bağlı ise, diyetisyeninizden bu konuda yardım istemekte yarar var. Diyetisyeniniz sizin beslenme alışkanlıklarınıza uygun, enerji ve besin öğesi gereksinmelerinizi sağlayacak dengelenmiş bir beslenme programıyla sağlıklı kilo vermenize yardımcı olacaktır” diyor. Tedavi esnasında aşırı kilo alımından kaçınılması gerektiğini vurgulayan Demir, kilo kazanımının tedaviden alınacak yanıtı azaltabileceğini ve hastaların tedavi boyunca ideal kilolarını korumaları gerektiğinin altını çiziyor.

İŞTAHSIZLIK İÇİN ÖNERİLER
– Sevdiğiniz, kalorisi yüksek gıdalar tüketin
– Az miktarda sık sık yemek yemeye özen gösterin
– Yemek sırasında, şişkinliğe neden olabileceği için sıvı almayın
– Aileniz veya sevdiklerinizle birlikte, hoş bir ortamda yemek yemeye çalışın
– Yemek pişerken mutfağa girmeyin, yemek kokusu besin alımınızı azaltabilir.
– Yemeklerden en az yarım saat önce 5-10 dakika egzersiz yapın, bu iştahınızın açılmasını sağlayacaktır.
– Yemek sırasında her türlü stresten uzak durmaya çalışın.
– Yemeklerin daha şık servis edilmesi iştahınızı arttırabilir.
– Kendinizi iyi hissettiğiniz anları iyi kullanın ve zengin bir öğün tüketin. Birçok insan sabahları daha dinlenmiş olduğu için daha iştahlı olur.
– Tedaviden hemen sonra yemek yemeyin
– Eğer mümkünse, yatma saatlerinizde bir şeyler yemeyi tercih edin. Bu sizin bir sonraki öğünde iştahınızı etkilemeyecektir
– Çok çiğneyerek yutulan yiyecekler, az besin almanıza neden olacağı için bu tür yiyecekleri mümkün olduğunca tüketmeyin.

BULANTI İÇİN ÖNERİLER
– Doktorunuzdan bulantı ve kusmanızı kontrol altına almak için antiemetik ilaçlar isteyin
– Mideniz için kolay olan; tost, kraker gibi kuru gıdalar, yoğurt, haşlanmış patates, pirinç, derisi ayrılmış tavuk, yoğun kıvamlı çorbalar gibi besinleri tercih edin
– Yağlı ve kızarmış yemekler, şeker, pasta, kurabiye gibi çok tatlı besinler, sıcak veya baharatlı yemekler, sert kokulu besinlerden kaçının
– Fiziksel çevrenin temiz ve kokusuz olmasına özen gösterin
– Öğünlerinizi az miktarda ve sık aralıklarla tüketin
– Öğünlerde sıvı alımından kaçının
– Yemeklerden sonra dinlenin
– Yemek yer yemez sırt üstü yatmayın
– Eğer sabahları bulantınız oluyorsa, yataktan kalkmadan kraker atıştırın.
– Soğuk ve yumuşak besinler daha iyi tolere edilir, o nedenle bu tip besinleri tercih edin
– Ağız hijyeninize özen gösterin

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN ZAYIFLAMASI
Kanser ve tedavisi bizi hastalıklardan ve yabancı organizmalardan koruyan kan hücrelerine etki ederek bağışıklık sistemini zayıflatır. Sonuç olarak, vücudunuz enfeksiyonlarla, yabancı maddelerle ve hastalıkla sağlıklı bir bireyinki kadar iyi savaşamaz.

Kanser tedaviniz için belirlenen bu süreçte, zaman zaman vücudunuz direncini yitirebilir ve sizi hastalıklara karşı koruyamaz. Bağışıklık sistemi tekrar eskisi gibi aktivite gösterene kadar bazı önemli noktalara dikkat etmek gerekiyor. Örneğin yüksek bakteri içerebilecek bazı besinlerden kaçınmalı.

BAĞIŞIKLIĞI ZAYIF OLANLARIN KAÇINMASI GEREKENLER
– Çiğ ve yeteri kadar pişmemiş her türlü et ve et ürünü, yumurta ve deniz ürünleri
– Tütsülenmiş gıdalar (balık) ve salamura balık
– Pastorize edilmemiş süt, peynir ve yoğurt dahil her türlü süt ürünü
– Yıkanmamış çiğ, küflü sebze ve meyveler
– Filizlenmiş her türlü sebze

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. oncelıkle mrb hocam benım annem bagırsak kanseri yanı kolon ca annem amelıyat oldu ardında 6kur kemoterapı dedıler ama annem 4 kur gorud kanı dusuk oldugu ıcın neyse kontrol vberıldı bırde bızım doktorumuz ısın tedavıs gormez dedı sonrada kemoterapıde goremz dedıler ve gercekten cok kokrtum sımdı ben annemı kaybedıcemıyım yanı artık tedavı uygulamıycaklar hastalık tekrarlamıs bana lutfen yardımcı olun lutfennnnnnnn 🙁

  2. Site yönetimimizde uzman doktorlar bulunmuyor. Bu nedenle birşey söylememiz yanlış olur. Farklı doktorlara başvurursanız sizin için daha iyi olur.